Yağmurlu Bir Yaz Sabahı

Yağmurlu Bir Yaz Sabahı

Bulamadım

Selamlar hepinize. Sözümü tutmak için yine buradayım. Bugünkü animemiz güzel, tatlı bir anime. Yani… Kimi zaman… Hayat gibi işte. Animemiz: “Kelimelerin Bahçesi (Koto no ha no Niwa)”, ünlü yönetmenlerden Makato Shinkai’ye ait. Anime filmi olarak 2013 baharında sunuldu ve 46 dakikalık süresinde hikayesini anlattı.

sürprizleri bozmadan

İnsan nereden başlasa bilemiyor. Azıcık yazsam rahatlayacağım sanırım. Shinkai ile başlayayım. Önce Hoshi no Koe’yi izlemiştim ona ait, sonra ise bir kısa filmini izledim -ki epey kısaydı, yaklaşık 5-6 dakikalık-. Hafızamı mazur görün lütfen, tüm ayrıntılar ve ötesinden ziyade fark etmiş olduklarım aklımda.

Denkleştirip de izleyemediğim Nuri Bilge Ceylan ve onun da stilinin üstü/üstadı Tarkovski adlı iki yönetmen vardır. İkisinin de filmlerine başlama ve bir miktar izleme fırsatı buldum. Özellikle Tarkovski… Tarkovski hakkında bir bilgi vardır, babası şairdir Tarkovski’nin. Ve Tarkovski, o da sinemanın şairiydi. O andaki etrafı, ayrıntıları, durumu esrime bir canlılıkta anlatıyor/yaşatıyordu. Küçük bir mesele de vardır bununla bağıntılı: zamanın akışı. Ayrıntıları algıladıkça zamanı kavrarsınız ve sanki koşan zamanla siz de koşup onu durdurursunuz. Onun size verdiği her şeyi alarak ona hakim olursunuz. Tarkovski sizin ayrıntıları hissetmenizi ister, duyumsatır. Şairler de böyledir ya- hissedersiniz her şiirde. Ama öyle bir histir ki bu; yumuşakça, batmadan, hissettirmeden geçer size.

İşte Makato’nun yaptığı da budur. Sizi dünyanın içine her şeyiyle sokuyor. Görüntüler, sesler, hareketler, koku, kahvenin buharı… Ama öylesine narin, öylesine içe işler vaziyette ki… Duygularınız yönetiyor tüm o dünyayı. Ya da duygularınızı yönetmek için düzenlenmiş bir dünya. Olaylar değiştikçe bakış ve görüş de farklı bir hal alıyor. Makato sinemasının temeli bu sanırım ve bu temeli/sistemi öylesine mükemmel uyguluyor ki Makato ortaya bir sanat eseri çıkıyor, parlıyor. Anime size merak, sevgi ve saygı hissettirecek. Huzursuz, üzgün ve mutlu edecek. Evet, artık sürprizleri bozabiliriz. İzlediyseniz buyrun.

sürprizbozanlı alan

İzlediklerimden bir miktar fazla etkilenen bir yapım var. Ki onları daha iyi anlamak için bu güzel bir şey. Fakat izlediklerimi daha çabuk unutuyorum, bunun için baştan itibaren bir bakalım. Neler oldu?

 İlk sahne, metro… O kadar hoşuma gitti ki bu sahne. Makato’nun birkaç filminde de gördüğüm için alışıktım ama metro insanının anlatılması çok güzel şey. Başkasının şemsiyesiyle ıslanmak, diğer insanlarla sırt sırtaykenki sıcaklık, klimanın üfültüsü… Yıllardır akşam-sabah metroya bindiğim için bendeki değeri daha da ayrı. Dağıtmadan devam edelim, yağmurlu bir günde okulu asıyor Akizuki -garip şey karakterlerin isimlerini hatırlamak çok zor, o kadar az geçiyor ki-. Akizuki; idealleri olan, bir başına yaşayabilecek ve çalışıp hayatını idare edecek, hayalleri için elinden gelen her şeyi yapabilecek/yapan birisi. Diğer yandan; iyi kalpli bir öğretmen, hiçbir suçu yokken iftiraya uğramış ve kimi kimsesi yok. Şu an dikkatimi çeken bir nokta: yönetmen, karakterleri kafaları karışmayacak ve dağılmayacak derece özgür irade sahibi bırakmış. Karakterler karakterlerin yalnız kendilerini ilgilendirir vaziyette. Akizuki’nin annesi gitmiş ama pek sorun değil çünkü o bir birey ve başının çaresine bakabilecek biri. Abisi de öyle, Akizuki’nin yanından taşındı ve başının çaresine bakıyor. Akizuki de her şey için elinden geleni yapıyor ve hesap vermesi gereken kimse yok. Tamamiyle özgür. Yukino’nun da ailesi veya bir yakınıyla ilgili bilgi yok. Tek bir bağlantı görebildik, o da konuşmaya bakılırsa uzak bir arkadaş veya bir psikolog. (Yemek düzeni azıcık oturmuş, denilen sahnede.) Yani, kimse yok.

Birbirlerine davranışlarında tamamen özgür iradeli iki kişi, aynı çardak altında denkleşirler. “…sizinle önceden karşılaşmış mıydık?..” Eğer sizin derslerinize girmiyorsa okulda bir öğretmeni tanımak zordur, bir de Akizuki gibi kendi aleminizdeyseniz… İkisi arasındaki ilişki yağmur sezonu boyunca, yağmura ilintili olarak sürdü; bu ilişki yaş farkının da etkisiyle son derece saygı dolu ve mesafeliydi. Yukino, dertlerini Akizuki yoluyla hafifletiyordu. Bu gencin dünyasında giriyordu. Akizuki ise kimseye açmadığı hayallerini -ki abisi bile ona inanmıyordu, “Dönemsel hobiler olur…” tarzı bir şey demişti ya hani- ona anlatıyordu. Kendi dünyasını paylaşacak birini bulmuştu. Ve gitgide birbirlerine bağlanıyorlardı. Bunun güzel bir deyişi vardır: birbirlerine iyi geliyorlardı. Hep yağmurlu gün gözetiyorlardı. Derken, yağmur sezonu bitti, özlem başladı. Okul yaz tatilinde ve Akizuki azmiyle devam ediyor. Belki O’nu görme umudu da var biraz.

Ve okulun yeniden açılma vakti geliyor. Bir anda Yukino’yu görmek, o şok ve bilmemezliğine kızması, Yukino’nun başından geçenler, KAVGA… Bakınca Akizuki zayıf biri değil ama kavgaya yatkın/bunu seçecek biri de değil. Ama kavga ediyor. Ertesi gün, hava açıkken “Asuman yaprak kımıdatmazken…” geliyor Akizuki ve Yukino’yu buluyor orada. Yukino da yaz tatilinin başından beri, tüm başına gelenlere rağmen Akizuki sayesinde toparlanmış ve düzelmesi için bir karar vermişti. Onlara tatlı tatlı eşlik eden yağmur ve şıpırtılı damlalar o an da belirecek gibi olmuştu. Ama yok; bu damlalar o damlalar değil, bu yağmur da o yağmur değildi. Geleceği tasvir edercesine birkaç şimşek ve yıldırım ardından sonbaharın -o hüzünlü ayın- çılgın ve hınçlı sağanağı başlamıştı. İkisi de ıslanmış, ikisi de sevinmişti. Buluşabilmişlerdi. Yukino’nun evinde kahve içerlerken belki de beklediğimiz an geldi: “Yukino-san (samimi ifade) sanırım sana aşık oldum.” “San değil, Sensei…” resmiyetini koyuyor Yukino ama… Ama… Zaten bu paramparçalıkta ve bir öğretmenin evinde olan Akizuki gidiyor. Sondaki, merdivendeki kısım… Yukino ağlayarak ve hışımla çıkıyor, düşe kalka ilerliyor ve… Akizuki, Yukino’nun acı çekmemesi ve aralarındaki ilişkinin bitmesi için bir sürü şeyi sıralıyor. Söylediklerine kendi de inanmıyor, Yukino da inanmıyor ve doruk nokta: Sarılıyorlar. Yukino çığırarak ağlıyor. Bu bir kavuşma değil, bu dorukta bir elveda.

Yukino gidiyor ve iki insan birbirlerini çok iyi kişiler olarak hatırlıyor. Aralarındaki sevgi ve saygının karışımını şöyle görebiliriz ki aralarında hiç saçma bir şaka, saçma bir samimiyet ve sululuk olmuyor. Birbirlerine temas dahi olmuyor (ayak ölçüleri sahnesi dışta bırakılabilir). Sarılma bundan dolayı da önemliydi. Sonuçta, birbirlerini kurtarıyor ikisi de. Akizuki, Yukino gittiğinde dahi onu düşünüp ona uygun ayakkabılar yapıyor. Yokluğunda dahi ihtiyacı olan desteği ve inancı Yukino’da buluyor. Yukino ise yaşıyor, yaşamaya devam ediyor. İki insanın hayatı bir yaz yağmuru sabahı kesişiyor. Hava şartlarının, hikayedeki duygular üzerinde kullanımı çok eskidir. O tatlı yaz yağmurları, baygınlık sıcakları -ki animeyi izlerken yağmursuz her hava berbattı, ayrılıktı, bunalımdı-, sağanak yağış, fırtına… Çardakta o ikisiyle oturduk, edebiyat öğretmeninin ve hayalleri olan tasarımcı gencin incelikli duyumsamalarını edindik. O yağmuru, şıpırtıları gördük ve duyduk. Müzik hiç kesilmedi, her anda muhteşem şarkılar vardı. Olağan seslerin duygularını biz oluştururuz. Alkışlar duyarsak, onu aklımızdaki bir bağıntıyla anlamlandırırız. Ama müzik, müzik farklıdır. Müziği öğreniriz; onun ritimlerini, notalarını hisseder ve duygular olarak yaşarız. Makato, bize hangi duyguları yaşamamız gerektiğini fark ettirmeden söyledi. Evet; bir umut ve bir tatlı andan sonra bitti anime. Sonuna ne iyi ne kötü bitti diyebiliriz bence. Bir de çizimlerden bahsedeyim. Arkaplan çizimleri muhteşemdi, hani söylenir ya “çerçeveletip duvara asmalık”tı işte. Bu derece gerçekçi ve gerçekdışı bir çizim… Çok güzeldi. Animeyi incelemeyi tamamlarken şunu söyleyebilirim. Görüntü ve müzik kullanımı da baz alınarak muhteşem bir yönetmenlik sergilenmiş. Makato Shinkai’yi tebrik ediyor ve hayran kalıyorum.

Ama eğer konu odaklı biriyseniz, işleniş umrumda değil diyorsanız; konu aşırı gizemli veya karmaşık ya da ustaca tasarlanmış değil. Ama büyülü anlatımıyla yeterince kaliteli bir animeydi. Bu gibi Komşum Totoro da çok güzeldi. O da başka zamana artık.

Baştaki bulamadığım ise bir yönetmenin Hayao Miyazaki’nin bir anime filmini veya mangasını serileştirmek istemesiydi. Hangi yönetmen veya hangi seri içindi bu haber hatırlamıyorum. Bilen birileri geri dönüş yaparsa sevinirim.

Birket/Kamil