Anime Yönetmenlerine Dair

Konuşma başlamadan önce konuşmacı kendini tanıtır genelde. Kimle konuştuğunuzu ya da kimi dinlediğinizi bilmek için ve o kişinin düşünüş tarzını anlamak için bu güzeldir. Ben de bu nedenle; kendimi bir tanıtsam iyi olacak, diye düşündüm. Araya da bir şeyler sıkıştırırım.

Ben Kamil. Birket de diyebilirsiniz fark etmez. Benim ben olduğumu bilin de 🙂 Şans eseri aldığım Naruto oyunuyla anime dünyasına giden yolum açıldı. Bir arkadaşımın “Bak bunun animesi var.” deyip anime denen dünyayı anlatmasıyla farkında oldum. İlk göz ağrım olduğundan Naruto kıymetlidir benim için. Bir türlü de mangayı öğrendim ama onu hiç hatırlamıyorum. Kağıt üstü yazımdan bilgisayara geçirirken söyleyeyim yeri gelmişken: Hafızam çok kötüdür. Anlatacağım ve düşüneceğim animeler ve mangalarda da bunu göreceksiniz. Yalnızca garipsediğim ve ilgimi çeken noktalardan bahsedeceğim. Size anlatmadan önce de büyük ihtimal tekrar izlemem, bunun sebebi üzerinden tekrar izleyecek kadar zaman geçmemiş olması. Yarım yamalak hatırlayıp izlemektense genelde tamamen unutmayı beklerim, üstümdeki etkisi tamamen gidince izleyip okumak daha ayrı bir zevk verir. Merak etmeyin, bir eksiklik hissetmezsiniz. Zaten aklıma geldikçe ben sıkıştırırım aralara mesela bu yazıda bir yerde Paranoia Agent’e ekleme yaptım.

Ne diyordum. İzlerken öğrenirken yönetmenler dikkatimi çekti. Tanımaya başladım onları. Yönetmen, film ve dizilerde (dizide biraz daha azdır önemi, showrunner (şov yürütücü) meselesinden dolayı) önemli olduğu gibi animelerde de önemli. Benim de anime dünyasında en sevdiğim yönetmenler Hayao Miyazaki, Satoshi Kon ve Shinichiro Watanabe’dir. Bu isimlere ek isimler de öğreneceğim elbet ama şimdilik favori yönetmenlerim kendileri. Bu kişileri sevmemin nedeni: bakış açıları, anlatım tipleri, işledikleri konuları… Gerçekten iyi uyum yakalıyorlar. Bahsedeyim mi azıcık acaba? Bilemedim şimdi, uzar gider bu yazı böyle. İçimde kalmasın ama, az bahsedeyim:

Hayao Miyazaki, duyguları o kadar iyi işletiyor ki içimize. Bakınca en güzel özelliklerinden biri bu. Tek tek, kare kare çizilmiş masalsı/büyülü animeleri… Evet, Miyazaki müthiş bir masal anlatıcısı.

Satoshi Kon, eğlenceli biri. Gerçekten, bakınca fark ettim ki çok eğlenceli (biriniz OPUS’u çevirsin lütfen, başı ne güzel başladı onun. Beklemiyordum cidden -mizahı-). İşlediği tüm psikolojik temalara, tüm ağır konulara rağmen her işine mizahı karıştırabiliyor. Paranoia Agent incelemesinde pek girmediğime bakmayın; anime gerçekten ağır, psikolojinizi mahvedecek konular içeriyordu. Hiçbir animesi Millennium Actress gibi (o derece) tatlı değildir. Ama dediğim gibi hepsine de mizahı güzel oturtmuştur. Ah Perfect Blue, ona da sıra gelecek 🙂

Shinichiro Watanabe hakkında şunu söylemeliyim: Blade Runner 2049 filmi için diğer filmden bu yana olanları anlatan üç kısa film çekildi. Bu filmlerden biri Watanabe’ye aitti ve bana göre Blade Runner 2049’un kendisinden daha güzel hazırlanmıştı. Watanabe’nin karakter anlatımını çok severim. Karakterin hayatı, geçmişi parça parça verilir. Bu genel olarak da kullanılan bir yöntemdir ama Watanabe sanki bunu daha bir ustalıkla kullanıyor. Bir de müzik seçimi, gerçekten iyi. Cowboy Bebop gerçekten de en sevilenlerden olmayı hak ediyor. Hem işleniş hem de Yoko Kanno’nun müzikleri… Başka animeler izledikçe değerini daha iyi anladığım bir eser Bebop.

Epey uzun olmuş bu.

Her zaman anlamadığım şeylerden biriydi: Bir eserin iyi ya da kötü olduğunu nasıl anlarız. Galiba insan izledikçe, okudukça ve eleştiriler gördükçe yavaş yavaş bazı ölçüler koyuyor değer için. Ama bakınca değer de tamamen öznel, size bağlı. Benim kendi değer ölçütlerim: anlatılan konu ve bu konunun ne kadar iyi anlatıldığı. Ve bunu benzerlerinden ayıran ya da benzemez yapan şey. Bir nokta, bir ilginçlik…

İzlediklerim hakkında yazmak, daha çok izleyip daha çok okumak ve yine yazmak istiyorum. Kafamı toparladıkça ve izleyip okudukça yazacağım.

İyi günler dilerim, hoşça kalın.

Kamil (ya da Birket, her neyse)